19 Mayıs 2011 Perşembe

Ben, sen, o...

Yalnızlık nedir? İnsan neden yalnız kalmaya ihtiyaç duyar ya da neden yalnızlıktan kaçar. Peki, tam olarak yalnız kalabilir miyiz ki? Ah sorular… Her zaman cevaplardan daha çok hoşuma gitmiştir sorular. Cevaplanmadıkça daha cezp edici gelmiştirler her zaman. Belki bu da bir kaçış noktası bilemiyorum ama bahsetmek istediğim şeyden de uzaklaşmak istemiyorum. Neyse, gerçekten yalnız kalabilir miyiz ki bu hayatta? Yanımızda birisi olmadığında bunun adı yalnızlık mıdır bunu tam olarak bilemiyorum. Bence yalnız kalmayı istediğimiz, seçtiğimiz o anlarda aslında kendimizle buluşuruz ya da o anlardan delicesine kaçarız. İnsan kalabalıkları içinde kayboluruz ama biliriz ki her ne olursa olsun orda bir yerlerde bizi bekleyen biri vardır. Bir gölge gibi her attığımız adımı takip eden her yaptığımızı kaydeden biri. Yalnız olduğumuzda neden daha dikkat ederiz ki kendimize? Başka birilerine beğendirmek için mi? Hiç sanmıyorum. Bence asıl olay biz sadece kendimize beğendirmeye çalışırız. Aslında âşık olmakta biraz bu bencilliğin üstüne kurulu gibi geliyor bana. Neden ruh ikizimizi bulmaktan bahsedip dururuz ki? Aslında aradığımız bir başkası değil sadece kendimizdir. Karşımıza çıkanda öncelikle bizden bir şeyler ararız. Ortak yönler, ortak hisler gibi gibi gibi.… Aslında istediğimiz, kendimizi karşımızda kanlı, canlı bir şekilde görmekten başka bir şey değildir. İçinden bir ses işte o der. Bak işte karşındaki, şu bankta oturan, işte işte şu ağacın yanında ki, bak işte şu be. Git bak bakalım onda benden bir şeyler bulabilecek misin? İçin kıpır kıpır olur. Ellerin ayakların birbirine dolanır, ne konuşacağını bilemez olursun. Ama sonra sonra konuştukça rahatlarsın, açılırsın. İçinde bi yerlerde sanki yıllardır tanıdığın biriyle konuştuğunu hissedersin. Onu daha fazla tanımak istersin. Bir anda o artık senin tek gerçekliğin oluvermiştir bile. O anda sanki dünyaya ilk defa bakıyormuş gibi hissedersin. Onun ağzından çıkan her cümle, kelime, harf ya da ses midene ağrıların biraz daha saplanmasına sebep olur. Umursamazsın. O an sadece onunla konuşmak, onu dinlemek istersin. Aslında karşındakini tanımak değildir yaptığın ya da delicesine merak ettiğin o değildir işte. Sebebi o değildir. Sebep; onda sana ait olan başka neler var, acaba onda kendini ne kadar bulabileceksin, kendini bir başka ete, kemiğe ne kadar dönüştürebileceksin bunları merak edersin. Adına da aşk dersin. Bazen ondaki küçücük bir şeye bağlanırsın, bazen küçücük bir hareketine, bazense onun yanında ne halt ettiğini bile bilemezsin. Ama adına aşk dersin işte. İsmini koyduktan sonra çokta kurcalamazsın zaten. Bırakır gidersin akışına. Sonra ver gelsin ben seni hiç tanıyamamışımlar, aslında aşık olduğum sen değilmişsinler, seni sevmiştim ama buraya kadarmışlar, sen de kimmişsinler falan filan.  Belki de bu yüzden cevaplardan pek hoşlanmıyorum. Belki de bu yüzden  evet ona aşığım demek yerine uzun bir süre acaba ona aşık mıyım ki diyorum. Belki de bu yüzden aşk çoğu zaman sıradan geliyor bana.



6 Nisan 2011 Çarşamba

...

Bırak karlar dökülsün yeryüzüne, tanrı kutsasın bizi sonra biri desin ölüm hayattan daha güzel... Yok ama konuşan sen değilsen tabi!

3 Nisan 2011 Pazar

Bahçe...

Bir bahçe var küçüklüğümün tamamı orda geçmiş, en güzel kızları orda tanımışım,
En güzel çayları orda içmişim,
en güzel muhabbeti orda yapmışım...
Bi ıhlamur ağacı vardı bahçede; çok yüksekti tırmanamazdım, rahle de vardı, küsmek de vardı
ama hemen sora barışılırdı, kurabiyeler vardı,
büyük_yaşça_ bi insanın gaz çıkarmasına gülmek vardı...
Sessizce ağlamak vardı, hıçkırmadan bağırmadan, güneşin en parlağı o bahçeye doğardı...
O bahçenin tanrısı acıtmazdı kimseyi, aşk o bahçede başladı,
şimdi belki mnaevi olarak ben o bahçede olup cenneti yaşamak isterdim...

2 Nisan 2011 Cumartesi

Kesin bir şey oldu!

  Nerde kalmıştık?
Bugün de böyle bitti işte. Güneş battı, hava karardı. Ayın nerde olduğunu bilmiyorum bile... Şükran abla yanımda bir şeyler anlatıyor. Dinlediğimi göstermek için arada bir kafamı sallıyorum ama ne fayda hiçbir şey anlayamıyorum. Vazgeçmiyor Şükran ablam, anlattıkça anlatıyor. Umurunda değil sanki onunla ilgilenmemem. O anlatıyor ben dinliyorum, o anlatıyor ben yazıyorum. Ve şimdi gidicem diyor içimi bir korku sarıyor; yalnız kalmanın vereceği rahatsızlık. Sokaktan geçen insanlar, Şükran Abla'nın bulaştığı dayılar, bir avuç çekirdek. Haaa bir de Şükran abla... Akşamı öldürüyorum. Dalıp gidiyorum, "MURATTTT " diyor Şükran abla, kendime geliyorum.
  Kesin bir şey oldu! Evet... Kesin bir şey oldu. Ne oldu acaba, ne olmuş olabilirki? Ama evet kesin bir şey oldu. Masamda Penguen' nin bu haftaki sayısı, bir paket Camel, Janis Joplin... Haaa bir de Şükran Abla. Akşamı yaşıyorum, kendimi zehirliyorum, zamanımı öldürüyorum. Şükran abla: "gitçem" diyor, ben korkuyorum. Şükran abla gidiyor ve ben daha fazla yazamıyorum. Umarım bir gün bu yazdıklarım pişmanlıklarımın sebepleri olmazlar!!!
   Nerde Kalmıştık? Vakit insanların arasına karışma vaktidir...
Bir sola bakıyorum, bir sağa bakıyorum. Yalnızlığın tadını çıkarıyorum. Bir sigara yakıyorum, çay söylüyorum. Hani insan denize koşarak gider de kıyısına gelince tedirgin olur bekler ya... İşte o hisse kapıldığımı farkediyorum: "Yalnızlık aslında bana gereken şeymiş" derken, Akın geliyor usulca yanıma oturuyor. Yüzünde pis bir gülümsemeyle kaçamak bir bakış atıyor. Farkediyorum, ayağa kalkıyorum. Sarılıyoruz birbirimize ve başlıyoruz muhabbete... Akşamı paylaşıyoruz, çay içiyoruz, zamanımızı öldürüyoruz.
  Yalnızlık mı, bir şeyler yazmak mı? Boşversene, ben sohbet etmek istiyorum.